31 Ekim 2010

eğer birinin bir duygusunu, bir fikrini ya da ne bileyim bir inancını yok etmek istiyorsan ona bir isim vererek atabilirsin ilk adımını.

isim vererek daha en başından hiçe saydın bir kere bu duyguyu, bu inancı ya da bu fikri. isim vererek küçümsemiş oldun belki de. aslında tek yaptığın sınırlamak oldu. verdiğin ismin tanımıyla sınırlamak oldu bu şeyi, her ne ise.

isimlerin kötü tarafı bu ya zaten. bir tanımı var. o kadar. oysa ki bir duygunun tanımı olması ne kadar da kötü. duygu o haliyle isimsiz kalsa olmaz mı? ya da bir inanç; illa ki sağlam temellere dayanan mantıklı bir inanç mı olmalı? kendi halinde ufacık da olsa bir inanç olarak yaşasa ne var ki?

nasıl anlatırsın ki hissettiklerini? işte yuvarlak var, bi ışık.. sonra kelebek geliyo.. rengeranek.. ışıl ışıl oluyo ortalık.. sonra gidiyo kelebek. karnım ağrıyo. bi gülümseme var yüzümü güldüren. bir yol var uzun mu uzun... ayaklarım pes etmiş yürümeye ama içim kıpır kıpır. bir düzensizlik var, bir kayboluş... bir ahenk var diğer yanda sonra da bir ışık. yanıp sönüyor.

ne anladım ki şimdi? oysa hissettiğin şeyi hissediyorsun zaten. bilmene gerek yok.

nasıl anlatırsın ki inançlarını? bir karanlık var. zifiri karanlık. gölgeler var karanlıkta. belli belirsiz... ellerimi uzatıyorum karanlığa tutunacak bir yer ararcasına. öyle ufak ufak adımlar atıyorum. ellerimle sağı solu yoklayarak. bitmiyor boşluk. kayboluyorum. başladığım yeri de unuttum dönemiyorum. oturuyorum karanlığa. karanlık bu. karanlıkta insan gözlerini açtığında birşey göremez ki. ama kapattığında istediğini görür. anlıyor musun? zifiri karanlık var ama ben gözlerimi kapatamıyorum.

neye inandım ki şimdi? biliyor musun neye inandığımı? ya da seni boş ver, ben biliyor muyum ki?

bir fikrim var aslında benim... ama anlatamam pek... kelimelerle aram iyi değildir.

kelimeleri sevmediğimden...

so say we all...

06 Ocak 2010

kardeşimle gurur duyuyorum.

20 Aralık 2009

dedemi özledim.
ben ilk defa hayatımda bir yakınımı kaybettim.
doğum günümden hemen sonraki gün...

inanmanın bu kadar zor olacağını tahmin etmemiştim hiç. aslında neredeyse bu yaşadığım ile ilgili hiç birşeyi tahmin edemezmişim. babama başın sağolsun demenin bu kadar zor olacağını... kaybettiğim dedemin yerine babama, kardeşlerime bu kadar sıkı sarılacağımı... hiç tahmin etmemiştim. babaannemin bu kadar güçlü olduğunu ama dedemi bir o kadar da çok sevdiğini, özleyebileceğini...

bayramda dedemin mezarını ziyarete gittik. aradan zaman geçmişti ve alışmak istemediğim şeye, dedemin yokluğuna, alışmış olmanın verdiği kendime acıma duygusuna yenik düşmüştüm. güçlüydüm bu durum karşısında. artık boğazıma birşeyler düğümlenmiyordu.

mezar başında dua edip artık tekrar eve doğru yola koyulmak üzereyken, babaannem hiç kimsenin görmediğini düşündüğü son anda el salladı dedemin mezarına. özledim der gibi.. özleyeceğim der gibi...

babannemin dedeme karşı bir sevgi gösterisini 24 yıl boyunca görmemiş birisi olarak onun o dedeme karşı gizli, kocaman sevgisini, hasretini gösteren bir el sallayıştı belki aradığım. dedeme tekrar çok yakın hissettiren..

tutamadım göz yaşlarımı. özledim dedemi.. gelse de o kendisini herkesten çok özleyen babanneme sarılsa keşke...

02 Mayıs 2009

bakış açısı

gözlerim kör olsun istiyorum. görmeye değer bir güzel olmadıktan sonra neyleyeyim ben bu gözleri...

oldum olası sevmedim zaten gözlerimi. ne görmeyi becerdiler şimdiye dek, ne ağlamayı bildiler ne de gülmeyi.

ben güldüm gözlerim için.

şimdi artık istemiyorum onları ben.

kanun çalsın sadece. ney sesi gelsin uzaktan. bense hayal edeyim görmek istediklerimi. onlarla göreyim bundan sonra.

ben güldüm mü kanun da gülsün. ney dinlediğimde ruhum ağlasın ama kör gözlerim sussun.

oysa ki anlamlı bakmaya çalıştılar hep. sevmeye çalıştılar bazen. kızmak istediler. olmadı. bir nota kadar anlam bırakamadılar arkalarında. ruhsuzdu benim gözlerim. ardında bir boşluktan ibaret hep.

artık bakmasınlar istiyorum. bendim çünkü dolu olan, zihnimdi anlamları veren. onlardı oysa bana gerçekleri gösteren. gerçeklerse güzel değildi hiç.

29 Nisan 2009

ne yapabilirim ki..

gökkubbe altında söylenmemiş söz yoktur derler. aslında yaşanmamış da hiç bişey yoktur. zannedersin ki en güzel dostluklar senin, zannedersin ki onu kimse senin kadar sevemez, zannedersin ki kimse bu kadar sevinmemiş kimse bu kadar üzülmemiştir. oysa ki yaşanmış olmasından öte şu an aynı şeyleri yaşayan nice insan vardır kimbilir.

ben de kimsenin yaşamamış olduğunu iddia etmek için can atıyorum aslında şu an yaşadığım şeyleri düşünürken. oysa ki bir çerçeve yukarıdan bakıldığında nice insanın yaşadığı şeylerden birini yaşıyorum sadece aslında.. o nice insandan biriyim sadece. normalim. farklı değilim.

egomun çıldırdığı, farklı olmak için kıçını yırttığı şu anda biliyorum ki hiç de farklı değilim bu insanlardan.

bi çok insan yaşamıştır hatta hayatının bir döneminde bu büyük boşluğu.. tabii her birey farklı ölçüde yaşamış bunu farklı değerlendirmiş ya da farklı sonuçlandırmış olabilir. ama yaşadıklarının, hissettiklerinin aynı olduğunu düşünüyorum.
bu boşluk sadece yapacak bişeyler bulamamak değil. sadece bişeyler yapmak istememek değil. yorgunluk değil sadece. yaptığın hiç bişeyde anlam bulamamak değil yalnızca. hayatta anlam bulamamak belki de biraz da. yaşamak için bir sebep bulamamak... boş boş bakmak bir şeylere... boş boş konuşmak, zırvalamak...

gerçeği anlamaya çalışırken fazla parametre yüzünden overload olmak diye tanımlayabildim bunu. aslında bir nevi kararsızlık. bazı insanlar bir karar verip doğruluğundan, mükemelliğinden ya da getirilerinden, götürülerinden çok emin olmadan bu karar doğrultusunda ilerleyebilirken ben bunu yapamadım hiç bir zaman. korkmak mı bu hayattan? yoksa tüm parametreleri aynı anda değerlendirmeye çalışıp bu yükün altında ezilmek mi? bilemedim.

böyle anlarda hep doğum sancısı metaforuma göre hareket ettim. kararı ancak artık acının dayanılmaz olduğu anda verebildim. doğum vakti geldiğinde yani. doğum sancısında yapabildim ancak doğumu.. en sağlıklısının bu olduğuna inanmak için bu metafora güvenmeli miyim bilemiyorum. şimdilik böyle en azından.

27 Nisan 2009

www.ted.com

pek televizyon izlemem ben. lisede yatılı okurken kaybettiğim bi alışkanlık.. sonra da tekrar ısınamadım. ısınmak da istemedim ya.

sinemaya gittim daha çok ya da bilgisayarımdan izledim filmleri. dizi izledim çok.. oldukça da seçici davrandım aslına bakarsanız, hem izleyeceğim filmler hem de bağımlısı olacağım diziler konusunda.

çok kitap da okumam ben. yani sürekli okuduğum bi kitap yoktur elimde. ama kitap okuduğum dönemlerimin oldukça verimli geçtiğini düşünürüm.. kitap okumayı özlemiş oluyorum sanırım her seferinde. tekrar kitap okumak istediğimde 5-6 kitaba birlikte başlayıp paralel devam ediyorum hep.

son zamanlarda her insanın yaşadığı sendromlardan birisi olan pms'e girdim.
pek düzenli değil benim menstrüasyon döngüm galiba... herneyse yine de çok zevkli zamanlar inanın..

bu dönemde ne sinemaya gitmek geldi içimden, ne dizi izlemek ne de kitap okumak.. "şöyle bir televizyona mı baksam ne?" dedim kendi kendime. "bakalım son 9 senede ne değişmiş bu alemde?". Tabii ki o da fayda etmedi.

herkesin sorunları var elbet.. herkesin sorunları da en önemli sorunlar ona da inanıyorum... herşey hep herkesin başına geliyo ya, o da doğru. benimkiler önemli şeyler değil öyle bi isyanım da yok.. bomboşum sadece ben. bi hiçlik söz konusu.

ben böyle gökyüzüne bakarken "meh" diyerek, bir anda bir link geliverdi.

www.ted.com

insanın kendini bulduğu yermiş burası meğer. konferans fuarı gibi bir oluşum bu. ne güzel bütün konferansları da sitelerine upload ediyorlar.

gece gündüz konferans izliyorum ben de burdan. öyle bi tavsiye edeyim dedim.. bu kadar :)

21 Nisan 2009

enerjim var benim.


çılgınça koşmak istiyorum. bacaklarım hızıma yetişemeyecek kadar. arkamdan kötü bişeyler kovalarmış gibi kaçmak istiyorum. kaçarken "O...Saya" çalarsa sevinirim.

avazım çıktığı kadar bağırmak istiyorum.. içimdeki gerginliği atmak, rahatlamak...

en sevdiğim şarkılardan birine eşlik etmek istiyorum, her notayı hissetmek ve aynı duyguları yaşamak... cranberries'den wake up and smell the coffee'yi tavsiye ediyorum bu noktada. özellikle "she's so gorgeous" derken ses tellerim yırtılsın...

güzel bi dayak yemek istiyorum. şöyle artık kılımı kıpırdatacak halim kalmasın, gözüm hiç birşeyi görmesin. aklıma o an dünya ile ilgili hiç bişey gelemeyecek kadar çökmüş bi şekilde uzanayım yediğim dayaktan sonra.. varsa gönüllü ayarlarız bişeyler.

yeni insanlarla tanışmak istiyorum.. yalan söylemek istiyorum onlara. farklı karakterlere farklı ne tepkiler veriyo insanlar çok merak ediyorum.. tanışmak her zaman eğlenceli geliyo bana.. o insanların hikayelerini bilmek istiyorum, uydursalar da...

çok korkmak istiyorum ben.. aniden.. iliklerim kuruyacak, ödüm patlayacak kadar korkmak...

ağaca tırmanmak istiyorum. ağaçtan inmeden midem bozulana kadar vişne yemek istiyorum. özledim ağaca tırmanmayı.. güzel büyük dalları olan bi ağaç istiyorum yakınlarımda. arada bir çıkıp dallarından birine uzanabileyim.

sokakta uyumak istiyorum bi gün. karanlıkta yapayalnız kalayım. sabah kalkayım bakayım ki ayakkabım çalınmış ama teki çalınmış olsun saçma bi şekilde.

resim yapmak istiyorum ben. modern sanat diye cümle aleme yedirmek istiyorum sonra onu.. kimse farketmez bile ne de olsa... modern ya...

hafıza kaybı yaşamak istiyorum şöyle 2-3 saat. hayat ne kadar farklı olurdu acaba? sevdiğim şeyler değişir miydi mesela? değişsin öyle devam edeyim biraz da. sarışınlardan hoşlanayım mesela bundan sonra.. haha şaka gibi :) hoş olurdu yine de sanırım.

inanmak istiyorum ben. birilerine, birşeylere... öyle bağlanayım ki... hayatımı vereyim inandığım şeye, her ne ya da her kim olursa olsun... ben olmayayım bu inandığım.. kendime inanmak fayda etmiyor bana ya da yetmiyor belki de.

gözlerimi kapatmak istiyorum ben.. uyumak olabilir bu, hayal kurmak ya da ebediyete kapatmak gözlerimi. böylece istediğimi göreyim sadece. içimden gelsin gördüklerim.

herşeyden öte koşmak istiyorum ben. şeytandan kaçar gibi... merdivenlerden yuvarlanayım kaçarken. sonra kalktığım gibi koşmaya devam...

enerjim var benim sanki. çıkıp yürüyüş yapayım biraz bari. gelmek isteyen varsa ses etsin.